Post Image

Çanakkale Şehitleri Anısına Plazma Televizyon Dağıtılsın!

Çanakkale Savaşı sırasında savaşan şehitlerimiz ne uğruna canlarını feda ettiler? Devlet için, eşitlik için, bağımsızlık için.

Çanakkale Savaşı şehitleri plazma televizyon istemedi. Marka cep telefonları, cafcaflı oyuncaklar veya gösteriş imkanı istemedi. O gün meydanda canını “Allah Allah” diye veren şehitlerin tek istediği hak ve hukukun korunması, tam bağımsızlığın sağlanmasıydı. En azından o savaşla doğan güneşin, Mustafa Kemal’in amacı buydu.

Çanakkale zaferinin 5. yıldönümünde 18 Mart 1920’de Osmanlı tarihinin son Meclis’i Mebusan toplantısı gerçekleşti ve çalışmaya ara verme kararı aldı. Bu da son kararları oldu. Bu kararla da zaten eriyip bitmiş olan Osmanlı yönetimi, Anadolu’da yeni ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti doğarken, kendi kendine son nefesini vermiş oldu.

1992’de 18 Mart’ta Güney Afrika’da siyahlarla beyazlara eşit haklar veren yasa onaylandı. Yalnızca bizim için değil, Dünya’nın öbür ucunda da 18 Mart birileri için gerçek bağımsızlığın ilk adımı oldu.

18 Mart 1. Dünya Savaşı dahilinde de olsa dolaylı yoldan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve bugüne dek gelen tam bağımsızlık ilkesine gebelik ve ebelik yaptı. O gün ölen şehitlerin derdi de yalnızca buydu. Plazma televizyonları bırakın, bazılarının giyecek çorapları bile yoktu. Çorap sahibi olabilecekleri batılı ülke himayesini değil, tam bağımsızlık altında, çocuklarının ve torunlarının kendi çoraplarını kendilerinin üretebilecekleri bir ülke uğruna şehit oldular. O ülke o sırada henüz doğmamış olan Türkiye Cumhuriyeti olacaktı.

Saygıyla ve minnetle anıyoruz.

.

Peki nedir bu plazma televizyon meselesi?

Bir düşünün, tanıdığınız bildiğiniz ailelerden yüzde kaçında plazma televizyon var? Ben şahsen ABD ve Avrupa vatandaşı tanıdıklarımı, değişik ülkelerden tanıştığım görüştüğüm insanları da katmama rağmen yine de 1% (yüzde bir!) oranına bile ulaşamadım. Acaba bugün Dünya’da, bırakın yüzü veya bini, her onbin aileden kaçında plazma televizyon vardır?

Bu sorunun cevabını düşündükten sonra şu haberi inceleyin: Egemen Bağış: “Sosyalizmin Plazma Televizyonu Yok”

Şahsen sosyalizmi savunacak değilim. Bu yorumda daha önemli alınması gereken gizli mesajlar ve önemli düzeltmeler var. Bu haberi okuyan herhangi bir kişinin nasıl yönlendirildiğini belirtmek ve gerçek bilgiyi paylaşmak şart.

Öncelikle ben Egemen Bağış’ı uzun süredir dikkatle takip ediyorum. Bana göre AKP içerisinde önceden belirlenmiş sıralamada Ali Babacan’dan sonra 2. kişi olarak kendisi geliyor. Ali Babacan’ın sessiz ve sakin duruşu düşünülürse Egemen Bağış, Erdoğan’dan sonraki başkan olarak düşünülüyor olabilir. Bu konuya girmeyeceğim, araştırın, ne zaman hangi yetkiler ve sıfatlar verilmiş, o zaman göreceksiniz bu mantıklı bir tahmindir. Ve bu tahmin doğrultusunda AKP’nin yıllar sonra halen siyasette olması durumunda Egemen Bağış bir sonraki nesil politik liderlerinden birisi olacaktır. İşte bu gözle baktığımızda Egemen Bağış’ın her açıklaması gelecek nesil için önem taşır.

Peki bu açıklamada ne sorun var?

Öncelikle yanlış yönlendirme ve kandırma var. Teorik olarak bırakın “plazma televizyon yoktur” yorumunu, sosyalizmin tanımı gereği sosyalizmin teorisine uygun olarak işletildiği bir düzende “herkesin plazma televizyonu olur”. Sosyalizmin ne kadar uygulanabilir olduğu konusuna girmiyorum. Ama sonuç olarak teorik gerçek şudur ki: “Sosyalizmde herkesin plazma televizyonu vardır.” Ayrıca markalı cep telefonu konusuna girmeyelim. Sosyalizmde “marka” yoktur, o yüzden bu örnek de oldukça yersiz oluyor. Ama herkesin son model ve kullanışlı bir cep telefonu olması beklenir.

Bu yorumdan sonra birden sosyalist devrimci havası doğurmuş olsam da işin aslı bu değil. Bu yorumdaki asıl derdim adil ve doğru bilginin kullanılarak tartışmaların yapılması. Çünkü hatalı veya yanlış bilgiyle yapılacak şey yalnızca insanları kandırıp gütmek olabilir.

Gelelim bu açıklamanın altındaki diğer gizli özneye. Açıklamanın muhtemelen yegane sebebi ve bugünkü Dünya liderlerinin en büyük korkusu olan kavram: Devletçilik.

Dünya’da, özellikle son küresel kriz sonrasında internetin de yardımıyla hızla yayılmakta olan bir “kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin foyasını ortaya çıkarma” kampanyası gelişiyor. Bu kampanya karşısında elbette ki en büyük tehditle karşı karşıya kalan kitle, bugünkü düzeni kuran, yaşatan ve ondan beslenen kitle; yani yatırımcılar ve sermayeler. Bu denklemde varlığını, büyümesini ve istikrarını bu sermaye ve yatırımcılara bağlamış yönetimler de (ki Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu listenin başındadır) bundan nasibini alıyor. Yani varolan düzende büyümek için istikrar, istikrar için yatırım, yatırım için sermaye şart (Ayrıntılı bir yorum için ayrıca Bkz. “Para” Yazı Dizisi). İşte bu kitlenin korktuğu, Dünya çapında büyüyen serbest piyasa ve Amerika merkezli ekonomi karşıtı hareketin şimdilik bilinen tek büyük dayanağı da bizim eski dostumuz “devletçilik”. Bu sebepledir ki krizin çıktığı günden beri, Egemen Bağış’ın son örneğini verdiği üzere, batılı ve batılı ekonomi yandaşı yöneticiler, sosyalizmden ve dolaylı yoldan onu andırdığı için Devletçilik’ten hoşlanmıyorlar. Çünkü herhangi bir şekilde “düzenin sorgulanmasından ve değişmesinden ödleri kopuyor”*. Ve en nihayetinde de kriz vesilesiyle düzenin sorgulanmasına yol açabilecek herhangi bir durumdan korunmak için önlemlerini alıyorlar.

Devletçilik’in Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden olduğunu hatırlatmama elbette gerek yok. Bizim için yalnızca Atatürk sonrası değil, binyıllardır Devlet hakimiyeti ve yetkisi, asla “öcü” olmamıştır. Orta Asya’dan tutun, bugünkü tüm Türki Devletlere kadar, Devlet her zaman “Devlet Ana” olmuştur. Bu sebeple, yorumdaki hatalı bilgiyi de hesaba katarak, gelecek nesilin politik liderinden bu yorumu duyduğumda üzüldüm.

Çanakkale şehitlerinin anısını doğru dürüst yaşatmak için, olayları yorumlarken başka milletlerin kültüründen esinlenmiş, “özenti” politikalardan uzak durmamız dileğimle.

.

* Nesli’den.