Post Image

Kavga Siyaseti ve BBG Sendromu

Yeni yargı “krizi” bana tekrar yıllar öncesini hatırlattı. BBG evini hatırladım.Hani meşhur yarışma.

Sinir krizleri geçirtmesine rağmen ısrarla hepimizin izlediği; iyi çocukların değil, daha çok kavga edenlerin daha çok oy aldığı; zamanla sorunlara çözüm sunmaya çalışanın değil, her bulduğu tekere çomak sokanların, tabiri caizse en uyuzların yarışmada finale kadar dayanabildiği bir yarışmaydı. O dönemde Türk halkının taraf tutma hastalığını farketmiştim.

10 küsür kişinin bulunduğu bir evde 2 kişi kavga ederdi, kalan 10 kişi avucunu yalarken, kavga ile dikkat çeken elemanlar oyların tamamını aralarında paylaşırdı. Bu duruma o zaman da tüylerim dikelecek derecede sinir olurudum.

Bugünkü sözümona yargı krizine de aynen öyle sinir oluyorum.

Öncelikle ortalıkta normal işleyişinde ilerleyen bir akış varken “kriz var” diye ortalığı ayağa kaldıran hükümet. Yani yoktan konuyu pompalayan kendileri.

Bağımsız yargı diye bas bas bağırıp, ardından bağımsız yargının kararına mızıldayan da hükümet.

Bir anda sanki bir taraflaşma varmış gibi ortam yaratıp, sivri açıklamalar yapıp kendini kendi kendine olayın tarafıymış gibi yansıtan da hükümet.

Bunu daha önce de yaptılar, yine yapıyorlar, bundan sonra da yapacaklar. BBG sendromunu çoktan keşfetmiş oldukları belli. Sonuçta her kavgada, her tartışmada iki taraftan birisi olursan, eninde sonunda oyların yarısını alman çok doğal.

Aynı mantıkla incelerseniz muhalefet de bulunduğu tartışma sayısıyla orantılı kalan oyları bölüşüyor.

Özetle Türkiye’de seçim sonuçları adeta akıl, mantık, refah, işsizlik, adalet vb. “gerçek” meselelerle değil, BBG evine oy göndermişiz gibi sonuçlanıyor.

En kötüsü, muhalefet de az çok bunun farkında. Hükümete sataşıyor, sıkışırsa kendi içinde kapışıyor…

Ben ise oturmuş kendi kendime hayal alemindeyim.

Kargaşa ve kavgayı değil; huzuru özlüyorum.

Sözde aydın, kendine demokrat değil; aklı başında ilerici duruşu özlüyorum.

Refom gibi yabancı şişirme sözcüklerle herkesin memleketi kendileştirmeye çalışmasını değil; adamakıllı dürüstçe ve Türkçe, “devrim” yapmaya yeltenecek babayiğit liderleri özlüyorum.

Ve umutla; bu özlemlerim konusunda azınlık olmadığım günleri gözlüyorum.